Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Kasım 2010 Pazar

Devrim...

Rusya'da ilk film gösterimi 1896 yılında Avrupai bir kent olan Petersburg'da gerçekleşmiş; Çarlık Rusyası'nın başkenti olan Petersburg da, Bolşevik Devrimi'nden sonra ikinci plana itilerek Moskova başkent yapılmıştı. "Büyük İmparatorluklar"ın düşüşü gibi gösterişli kentler de düşüyordu. Öte yandan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin kuruluşundan 1960'ların sonlarına kadar 1200 yeni kent inşa edilmişti. Sosyalizm zaten endüstriyel ve kentsel bir toplum şeklinde tasavvur edilmişti. Bu amaçla Sovyetler Birliği'nde binlerce tarımsal alan, hızla büyüyen işçi sınıfını yerleştirmek için büyük sanayi merkezleri haline dönüştürülmüştü.

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

Katı Olan Herşey Buharlaşır...

1917 Sosyalist Devrimi, siyasal, ekonomik ve sosyal yaşamdan başka kültürel alanlarda da radikal dönüşümlere yol açarak yeni kültür anlayışlarının yaratılmasını sağladı. Devrim, sinema endüstrisinde yeni film kompozisyonlarının ortaya çıkarılmasında da esin kaynağı olmuştu. Sovyet sineması da genel olarak, sosyalizmin vaat ve "ütopya"larını paylaştı.
Petersburg'un düşmesinden sonra Moskova'nın politik ve sinematografik yönlerden değer kazanması yeni film biçimlerinin doğmasına yol açmıştı. Bu "yeni bir toplum"un ortaya çıkışı  ve kuruluşunu dile getiren filmlerden, "Ekim", "Kameralı Adam", "Petersburg'un Sonu" gibi ideolojik ama deneysel filmlerden görülebilecektir. Marshall Berman, "Katı Olan Herşey Buharlaşıyor" çalışmasında Petersburg ve Moskova'daki sosyal, siyasal ve kültürel dönüşümleri sanat yapıları üzerinden oortaya sererken, Avrupa'ya doğru bir "pencere" açan Petersburg modernleşmesi ile "pencere"yi kapatan Bolşevik Moskova'yı karşı karşıya getirerek -Moskova'nın Marksizmini, yine Marx'ın diyalektiğiyle ters yüz ederek- Gogol, Puşkin, Dostoyevski, Biely gibi Petersburglu yazarların imgeleri üzerinden değerlendirir.

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

Paris'in kendine özgü farklı ve yenilikçi özelliği ile dünyanın farklı siyasal-kültürel anlayışlarını hoşgörüyle barındırabilmesi, 18. yüzyılın sonlarında devrimle sonuçlanan ve 19. yüzyılda ilerleyen fikir hareketlerinin pratik olarak yaşanması, bu kenti "dünyanın başkenti" kılmıştır. 1789 Devrimi ise modern sanat ve edebiyat ile kamuyu politize eden bir itki yaratmıştı. Toplumsal hayatın politikleştirilmesi, genişleyen kamusal iletişim ağını, düşünce özgürlüğü için mücadeleyi de etkilemişti. A.Wajda'nın "Danton" filminin son sahnesinde de, toplumsal hayatın politikleşmesi ve düşünce özgürlüğü için mücadele, bir çocuğun bunu Robespierre'e ezbere bir şekilde deklare etmesiyle gösterilmiştir. Jules Michelet'nin, Fransız Devrimi'nin tarihini yazması gibi, A.Wajda da aynı şeyi kamerasıyla yazmıştır.

26 Kasım 2010 Cuma

hasır şapka: Kervansaray cumbasından Çeşme'ye bakmak

hasır şapka: Kervansaray cumbasından Çeşme'ye bakmak: "Gelelim kısacık Çeşme gezimize...Kısa oldu, çünkü kırk yılda bir görülen 9 günlük bayram tatiline hem aile büyüklerini ziyaret etme, hem de..."

25 Kasım 2010 Perşembe

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

Kökeni, modern endüstriyel kente uzanan Şarlo, sonuçta Don Kişot ile Sanço Pansa karışımı, Aslan Asker Şwayk gibi karşı kahraman, "Gezginci Yahudi" bir "vatansız"dır. Şarlo, Henri Michaux'nun dediği gibi hiçbir yere bağlanamaz. Soupault'nun deyişiyle de, Şarlo daima bir yerlere gitmelidir. O, sinema tarihinin en gezgin karakteridir ve bu özelliği "Sinema Çağı"na denk düşer. Şarlo'nun en önemli özelliği ise, sinemayı sirklerin ve müzikhollerin seviyesinden kurtarıp estetik bir düzeye ulaştırması; ayrıca sinemayı kitlelere olduğu kadar sinemayı küçümseyen "seçkin" kültürel çevrelere de ulaştırmasıdır.

hasır şapka: Ruhlarımızı dinlendirmek

hasır şapka: Ruhlarımızı dinlendirmek: "Bayramın son 2 gününü biraz gezmek,eğlenmek, biraz deniz havası almak ve en önemlisi bolca ruhumuzu dinlendirmek için Çeşme'de geçirdik. (Çe..."

hasır şapka: Şehrin Perdesi Açıldı

hasır şapka: Şehrin Perdesi Açıldı: "Sonbaharda ne mi yapılır? Çalışmak, okula gitmek veya evle ilgilenmek dışında zamanınız kalıyorsa, hele bir de İstanbul'da yaşıyorsunuz yapa..."

24 Kasım 2010 Çarşamba

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

Akadca'da "Babı-ilim" şeklinde kullanılan Babylon, eski Yunanca'dan gelmektedir. Yeni Babil tabletinde, dünyanın merkezi olarak gösterilen kent, Yahudilerin Kutsal kitabına göre, "kötülüğün mesken tuttuğu, hak yolundan sapmış, tanrıtanımaz site türünün en güzel örneği, Tanrı'nın kenti Kudüs'ün karşısında şeytanın barınağıydı. Roma'ya kadar sürecek kalabalık bir zincirin halkasını oluşturan bir kıyamet fahişesiydi." Babil, karışık halk ve dillerin varlığıyla zevk-ü sefa özelliğiyle bir bakıma Paris, New York, Viyana, İstanbul, Beyrut gibi büyük kentlerin ön figürüydü.

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

Kentle birlikte başka bir dünya, başka bir hayat tarzı, ekonomik, politik ve sosyal işlevleriyle doğmaya başladı. Tarihteki ilk kent M.Ö. 4. binyıl içinde Mezopotamya'da Sümerler'de kurulan Ur olmakla birlikte, antik çağ içinde en önemlisi "zevk-ü sefa" kenti Babil'dir. Günümüzün pek çok metropolü de (Paris, New York gibi) yeni Babil olarak ona benzetilir.

Fırat'ın kıyısında kurulan Babil, zamanın en büyük kenti olmakla birlikte, aynı zamanda dünya merkezinin figürü, politik ve dinsel kutuplar ile "dünya"ya açılan yollarıyla Doğu şehirciliğinin sembolüydü. Çevredeki kent devletlerini ele geçiren Hammurabi (M.Ö. 1792-1750) Babil'i başkent yapmıştı. Dünyanın en büyük kenti (o zamanki nüfusu 500.000 olarak tahmin edilmektedir) olan Babil, siyasal öneminin yanısıra bölgenin ticari, idari, edebi ve dini merkeziydi. Asma bahçeleriyle Babil'in efsanevi değeri, Griffith'in "Hoşgörüsüzlük" filminin; bir yanıyla Babilvari sefahatı, bir yanıyla Berlinvari ekonomik-siyasi sefalet ve kargaşa ile zorba bir otoriteyi bir arada dokuyan, diğer yanıla New Yorkvari bir mimari dekorla yapılaştırılmış olan Fritz Lang'ın "Metropolis" filminin ve ayrıca Pieter Brueghel'in "Babil Kulesi" (1563) tablosunun şekillenmesinde simgesel bir kültürel miras olmuştur.

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

Sinema, ışık çağının gösterisidir. Daha da ötesi, telgraf, uçak, telefon gibi fetiş-objelerle birlikte sinematograf, burjuvazinin zaferi olarak görülmüş; Eyfel Kulesi, Alexander III Köprüsü, Champs-Elysees, 1900 Uluslararası Sergisi gibi yeniliklerle de "Belle Epoque"u(1895-1914 arasındaki "Güzel Çağ") açmıştı. G.Jewwet'ın öne sürdüğü gibi, ortaçağdaki Katolik kilisesinden bu yana sinema kadar yüz milyonlarca insanın hayal gücünü esir eden başka bir toplumsal ve kültürel kurum olmamıştır.

23 Kasım 2010 Salı

Kliniğin Doğuşu / Michel FOUCAULT

Birey, yaşamın kendini gösterdiği en ilksel ve en uç biçim değildir. Kesin araçları belli bir dil kullanımı ve zor bir ölüm anlayışı olan uzun bir uzamlaşma hareketi sonunda birey kendini bilgiye açmıştır. Bergson, canlı bireyselliği düşünmenin olanaklı olduğu koşulları, zamanda ve uzama karşı, içeriden ve dilsiz bir kavramda, ölümsüzlüğe doğru çılgınca bir koşuda ararken, tamamen karşıt yöndedir. Bichat, bir yüzyıl önce, daha sert bir ders veriyordu. Birey üzerine bilimsel söylemi yasaklayan aristotelesçi eski yasa, ölüm dilde kendi kavramının yerini bulunca kalktı: O zaman, uzam farklılaşmış birey biçimlerini bakışa açtı.

21 Kasım 2010 Pazar

Kliniğin Doğuşu / Michel FOUCAULT

1764'te, J.F.Meckel, birçok hastalıklarda(beyin kanaması, mani, verem) beyin içi bozukluklarını incelemek istemişti; beynin hangi hastalıklarda hangi bölümlerinin kuruduğunu, hangilerinin tıkandığını belirlemek için eşit oylumların tartımı ve karşılaştırılması ussal yöntemini kullanmıştı. Modern tıp, bu araştırmalardan hemen hiçbirini tutmadı. Bichot ve özellikle Recamier ve Lallemand ünlü "ucu geniş ve ince yüzeyli çekiç"i kullandıklarında, beyin içi patolojisi, bize "pozitif" biçiminin kapılarını açtı. Yavaş yavaş vurulduğunda, beyin dolu olduğundan, karışıklıklara yol açabilecek sarsıntılar ortaya çıkmaz.

18 Kasım 2010 Perşembe

Ne Okudum: Doç. Dr. Muammer Gül - Ortaçağ Avrupa Tarihi

Ne Okudum: Doç. Dr. Muammer Gül - Ortaçağ Avrupa Tarihi

Orta Çağ Avrupa Tarihi / Doç.Dr.Muammer GÜL

Orta Çağ'da veba ortalığı kırıp geçirirken, cüzamdan deriler zar gibi soyulup dökülürken Avrupa'da insanlar bunun sudan kaynaklandığına inanıyorlardı. Suyun, derinin gözeneklerini açarak vücuda sızdığını, mikroplara yol açtığını zannederlerdi. Bu yanlış inanç yüzünden, insanlar temizlikten korkar hale gelmişti. İçime su girer kaygısıyla, hamama, banyoya gitmez olmuşlar ve temizlenmedikçe de salgın büyümüş, ölümler kitleselleşmişti. Şifa arayacaklarına devayla savaşmışlardı. Banyolar yasaklanmış, hamamlar kapatılmış, pislik yayılmış ve bundan dolayı Veba tamamen yayılmıştı.

15 Kasım 2010 Pazartesi

Orta Çağ Avrupa Tarihi / Doç.Dr.Muammer GÜL

Roma dünyasının yabancılar tarafından istilası bu geniş coğrafyada kültürel standartların da hızla düşmesine sebep olmuştur. Yeni toplulukların bu katılımı özellikle askeri örgütlenmelerde de kendini hissettirmiştir. İlliryalılar, Trakyalılar, Gotlar ve Franklar İtalya ya da Gal milli lejyonlarının yerine konuldular ve sadece bu acemi erlerin katılması sayesinde 4. ve 5. asrın imparatorları tehdit edici felaketi geçici olarak bertaraf edilebildiler. Ordunun dönüşümü o kadar başarılı oldu ki, "barbar" (barbarus) sözcüğü ekseriya asker anlamında kullanılır oldu. Artık pagan sözcüğü bölgesel bir halkı ifade etmek yerine kafirin eş anlamlısına dönüşürken barbar sözcüğü de askerin eş anlamlısı olarak kullanılır oldu.
Barbaros Hayreddin Paşa'nın ön ismi olan Barbaros ismi de bizce bu mana içerisinde düşünülmelidir. Kadim çağın insanlarına göre imparatorluklar uygarlık alemini simgeliyordu. İmparatorlukların görevi dışındaki barbarlara karşı medeni dünyayı korumak ve onları medenileştirmek idi. Kadim insanlara göre barbarlar, bolluk, kültür ve görgüye ortak olmak ve medeni olmak için imparatorlukları istila eden göçebe toplumlardır. Roma da kendisinden olmayan atlı-göçebe toplulukları barbar olarak adlandırmıştır. Bunlar ister Avrupa'nın kuzey ve doğusundan gelen Cermen, Hun, Moğol ve Slavlar olsun isterse Afrika'da mücadele ettikleri Kuzey Afrika yerlileri olan Berberiler olsun. Zaten Berberi ismi de Roma'nın bu insanları bu şekilde isimlendirmesinin bir hatırasıdır. Dolayısı ile Barbaros Hayreddin Paşa'nın da Cezayir bölgesinde ortaya çıkması yani Berberi coğrafyasına ait olması ve adeta Berberilerin Roma'ya kök söktürmesi gibi Haçlı donanmalarına kök söktürmesi Batılıların onu bu isimle adlandırmalarına sebep olmuştur.

14 Kasım 2010 Pazar

Orta Çağ Avrupa Tarihi / Doç.Dr.Muammer GÜL

Roma en eski hali ile İtaliklere dayanan bir toplumdu. Her toplumda olduğu gibi Roma toplumunun da çekirdeğini, en küçük birimini aile meydana getirmekteydi. Roma ailesi, aile reisi olan babanın başkanlığında karısı, çocukları, gelin ve torunlarıyla büyük aile şeklindeydi. Babanın aile üzerinde mutlak bir hakimiyeti vardı. Öyle ki, baba ölmeden erkek evlatlar serbest olup aile reisi olamıyorlardı ve ancak kız çocuklar evlendikten sonra eşlerine tabi olurlardı. Baba ailede bir kral gibidir; karısını veya oğlunu satabilir, baba sağ iken evlatlar servet sahibi olamazlar, reşit olmuş evladını dahi öldürebilirdi. Başka toplumlarda çok rastlanmayan bu durum Roma'da uzun süre devam etmiştir. Aileden sonra toplumda hiçbir hukuka sahip olmayan yanaşmalar ve köleler gelmektedir. Yanaşmalar hukuklarını kaybetmiş ve çeşitli hizmetler yapmayı taahhüt ederek aile reisinin himayesine giren kimselerdi.

Orta Çağ Avrupa Tarihi / Doç.Dr.Muammer GÜL

Asya'nın batıya doğru uzanan yarımadası konumunda olan Avrupa adının menşei tarihin ilk zamanlarına kadar çıkar. Sami dillerinde Açui(Asu) kelimesi Güneşin doğduğu taraf, Ereb(veya İrib) de Güneşin battığı taraf manasına geliyordu. Fenikelilerden reklere geçen bu adlar, onların dilinde Asia, Evrope olmuştur. Ege Denizi'ne göre doğuda kalan Asia, batıda kalana ise Evrope denilmiştir. Ancak Yakın Çağlarda Asya ve Avrupa bugünkü manalarını kazanmıştır.

9 Kasım 2010 Salı

Takunyalı Führer / Ergün POYRAZ - Sayfa 178

Mustafa Sarıgül, her gün gazetelerde boy boy yer alan yer üstü faailyetlerinin yanı sıra yeraltı dünyası ile de ilginç ilişkiler içindeydi.

Kamuoyunda 1.Mit Raporu olarak bilinen ve 1987 yılında basına yansıyarak uzun süre gündemde kalan "Banker Bako" olayı, "Polis İçinde Çekişme ve Yeraltı-Polis-Kamu Görevlileri İlişkileri" isimli istihbarat raporunda adı yer altı dünyası ve mafyayla birlikte anılan şarkıcı Hülya Süer ile bir dönem birlikte yaşamıştı.

Sarıgül, Duygu Asena'yla 1989 yılında yaptığı ve "Hülya Süer ile evlenmeyeceğim" başlıklı söyleşisinde, ilişkisini inkar ederek Süer'in kalbini kırmıştı. Süer de Sarıgül'le dokuz aydır bir ilişkileri olduğunu belirtiyor, ondan evlenme teklifi aldığını açıklıyor ve şöhret dünyasının şanlı klişelerinden biriyle cevap veriyordu:
"Bu beyefendi ile şu anda ilişkim yok. Fakat görüyorum ki, hep gündeme benim ismimle, benim olayımla geliyor."

Mustafa Sarıgül, adı MİT ve TBMM Susurluk Komisyonu raporlarında geçen Ahmet Vefa Küçük ile 7 Eylül 1995 tarihinde ortaklaşa Vefa Petrol ve Turizm İşletmeleri Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi'ni kurmuştu.

Sarıgül'ün ortağı ve Fenerbahçe camiasının yakından tanıdğı Küçük, yeraltı dünyası ile de yakın ilişkiler içindeydi. Küçük'ün kayınpederinin işleriyle ilgili anlaşmazlıklar ve Bağbank'ın batışı sonrasında ortaya çıkan yeni durumlar Küçük ile mafya babası Alaattin Çakıcı'yı karşı karşıya getirmişti.

1985 yılında Vefa Küçük'ün bürosu Çakıcı'nın adamlarınca basılmıştı. Çakıcı o sıralar 1980 öncesinde demir kaçakçılığına adı karışan Suat Sürmen'in haklarının koruyucusuydu. Vefa Küçük, Çakıcı'ya asıl dolandırılanın kendisi olduğunu anlatınca, Çakıcı bu kez Suat Sürmen'e karşı cephe almış, sonunda her iki taraf da parayı verince Çakıcı uzlaşmayı sağlamıştı.

7 Kasım 2010 Pazar

Takunyalı Führer / Ergün POYRAZ

Rize İli'nin adının kökeninin, Farsça dağ eteği, dağ dibi manasına geldiğini söyleyen araştırmacıların yanında, Evliya Çelebi Rize isminin İrizus'tan geldiğini, Yunanca "Pirinç" anlamını taşıdığını belirtiyordu.

Rize'nin ilk adlarından biri Athena'ydı. Rize; Türklerin hakimiyetine geçmeden önce, İranlıların, Romalıların, Bizanslıların ve Gürcülerin egemenliğinde kalıyordu.

1918-1919 yıllarında Gürcüler ve Ermeniler yanlarına Rumları da alarak Türkleri bertaraf etme, Rize ve çevresinde kendilerince bir devlet kurma hayaliyle yine Gürcülerin maddi desteği altında günlük bir gazete yayınlamaya başlıyorlardı.

Bu kirli ittifakı oluşturanlar, yörede yaşayan Türkleri kendi yanlarına çekebilmek, kendi emellerine ortak edebilmek amacıyla Türkçe olarak "İslam Gürcistan"ı adıyla bir gazete yayınlıyorlar, böylece ihanetlerinin tohumlarını daha o günlerde atmaya başlıyorlardı.

Bu çalışmalarında maske olarak İslam dinini kullanıyorlar, dinin ardına sığınarak devletin temellerini oyuyorlar, başta Türklük olmak üzere tüm milli değerlere hakaretler yağdırıyorlardı.