Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Aralık 2010 Cuma

Nikola TESLA...

Adı Edison veya Marconi kadar bilinmese de Nikola Tesla gelmiş geçmiş en büyük mucitlerden biri, hatta birincisi kabul ediliyor. Sırp asıllı, Hırvatistan doğumlu ve ABD vatandaşı olan bu dahi sayesinde bugün ışıl ışıl aydınlanan kentlerde yaşıyoruz. Ama insanlığın Tesla'ya borçlu olduğu şey bununla sınırlı değil tabii. Gerçekten zamanının çok ilerisinde yaşayan bir bilim insanı olan Tesla patentinin Marconi'ye değil kendisine ait olduğunu ancak ABD Yüksek Mahkemesi kararıyla kanıtlayabildiği radyodan televizyona, robotlardan telsiz haberleşmesine, bilgisayardan füzelere kadar bugün gündelik yaşamımızda yer alan pek çok şeyin mucidi veya fikir babasıdır.

Ne Okudum: Mircea Eliade - Dinler Tarihine Giriş

Ne Okudum: Mircea Eliade - Dinler Tarihine Giriş: "Dinler Tarihine Giriş Mircea Eliade Kabalcı Yayınevi 2003 İstanbul ISBN 975-8240-80-3 455 Sayfa Çeviri: Lale Arslan İlk eli..."

29 Aralık 2010 Çarşamba

Elektrik

Mucit elektrikli anestezinin de mümkün olduğunu düşünüyordu. Dersleri anlamada güçlük çeken öğrencileri etkilemesi için sınıfların altından yüksek voltaj kablolarının geçirilmesini de önerecekti. New York sahnesinde oyuncuların sahneye çıkmadan önce duygularını kamçılamak için yüksek gerilimli soyunma odaları hazırlayacaktı.

Zamanın Ötesindeki Deha TESLA – Margaret Cheney

D'Arsonval Tedavisi

Tesla, yüksek frekanslı alternatif akım bombardımanının dokularda yarattığı ısının, kireçlenme gibi birçok rahatsızlığı iyileştirdiğini bulan ilk kişi olarak(1891 yılında) tarihe geçtiyse de, yöntemin adı “D’arsonval Tedavisi” olarak geçecekti tıp literatürüne. Radyasyonun tıbbi tedavilerde kullanılması hızla yaygınlaştı ve –başlarda diatermi, şimdilerde ise hipertermia adı ile anılan- bu tedavi X ışınlarının, mikro dalgaların ve radyo dalgalarının kullanılması ile kanserin tedavisinde de uygulanmaya başlandı. Kemik ve doku tedavilerinde de bu yönteme başvurulacaktı.

Zamanı Ötesindeki Deha TESLA – Margaret Cheney

26 Aralık 2010 Pazar

Uzaklardan Göçüp Gelenler...

    Amerika ve Avrupa'da telgraflar tıkırdamaya başlamıştı. Transatlantik kablo hattı döşenmişti. Alexander Graham Bell'in telefonları hızla tüm kıtaya yayılmaya başlamıştı ki 1881 yılında Budapeşte'de de bir santral kurulacağı haberi duyuldu. Bu şehir, Thomas Alva Edison'un şubesi olma şerefine ulaşacak dört Avrupa şehrinden biriydi.
    Tesla o yıl ocak ayında Budapeşte'ye doğru yola çıktı. Amcasının sözü geçen bir arkadaşı sayesinde Macaristan Merkez Telgraf Ofisi'nde bir iş bulmuştu kendisine. Elbette ki oldukça düşük ücretli bir görevli olarak çalışmak genç mühendisin hayallerini süslemiyordu. Ama bu işe de büyük mutlulukla sarılacaktı.
   Kısa bir süre sonra, doktorların başka şekilde açıklayamadıkları için sinir bozukluğu adını verdikleri bir hastalığa yakalanacaktı.
   Tesla'nın hisleri oldukça kuvvetliydi. Birçok kere alevler çatırdamaya başlar başlamaz uykusundan uyanarak komşularını kendi evlerinde çıkmak üzere olan yangınlardan kurtarmıştı. Kırk yaşlarında, Colorado'da bir şimşek deneyi üzerinde çalışırken neredeyse bin kilometre ötedeki gök gürlemelerini duyduğunu iddia etmişti, asistanları ise ancak üç yüz kilometre uzaklıktakileri duyabiliyordu.

Zamanın Ötesindeki Deha TESLA - Margaret Cheney

24 Aralık 2010 Cuma

Nicola Tesla...

Nicola Tesla eşsiz bir bilim insanıydı. Meslek hayatının zirvesindeyken yoğun bir ilgiyle izleniyordu ancak özel hayatı hakkında kimse birşey bilmiyordu. Tek başına çalışmayı ve yalnızlığı seven müzmin bir bekardı. Arkadaş ortamları dışında pek ortalıkta görünmezdi. Özel hayatı yabancılara kapalıydı.

Alanında bu kadar iyi olan birinin bu derece münzevi bir yaşam seçmiş olması, biyografisini yazacak kişinin işini bayağı zorlaştırıyordu. Tesla'nın 1943 yılında seksen altı yaşındayken ölmesinin ardından New York Herald Tribune'ün bilim editörü John J.O'Neill'in yazdığı Prodigal Genius(Anlaşılamayan Deha) adlı biyografisi piyasaya çıktı. Uzun yıllar boyunca bu kitap Tesla üzerine yazılmış tek biyografi olarak kaldı.

Zamanın Ötesindeki Deha TESLA - Margaret Cheney

19 Aralık 2010 Pazar

Tesla...

"Biraz tarihçeyle başlayalım. Radyoyu kimin bulduğunu bileniniz var mı?"

"Nicola Tesla," dedi sınıfın bilgici Jonah Hulse gururla.

"Rock grubu Tesla gibi mi yani?" diye sordu Winter.

"Aynen. Sanırım grup adını ondan almış," dedi Laszlo. Konu yine dağılmadan Winter'in gevezeliğini çabucak kesmişti. "Tesla, 10 Temmuz 1856 yılının tam gece yarısında Hırvatistan'da doğdu."
Bir tarih geçince defter sayfaları üstünde dolaşan kalemlerin hışırtısı duyuldu.

"Beş yaşındayken bir fırıldağa yapıştırdığı on yedi böcek tarafından döndürülen ilk motorunu tasarladı. Garip fikirlerin sadece başlangıcıydı bu; diğerleri arasında küresel yolculuğu kolaylaştırmak için dünyayı çevreleyen sabit bir halka ve posta ulaşımını hızlandırmak için Atlantik Okyanusu'nu geçecek hidrolik güçlü devasa bir tüpte vardı."

İlginin artık tamamen söylediklerine yoğunlaştığını gören Laszlo dudaklarında hafif bir gülümsemeyle devam etti:
"Tesla üniversite yıllarında gecede sadece bir ya da iki saat uyuyarak yaşıyor, günde yirmi saat çalışıyordu. İlk yılının sonunda dokuz dili akıcı şekilde konuşmaya başlamıştı. Ne yazık ki, babası vefat edince hayatını kazanmak için üniversiteden ayrılmak zorunda kaldı. Böylece Paris'deki Continental Edison Company'de mühendislik yapmaya başladı. Patronu ondan öylesine etkilenmişti ki, Thomas Edison ile tanışması için Amerika'ya gönderdi."

Sınıfta, "Bizim Edison bu," türünden mırıldanmalar oldu.

"Edison Tesla'yı derhal işe aldı ve kendi icadı olan doğru akım dinamolarını yeni baştan tasarlayabilirse 50.000 dolar ödemeye söz verdi. Tesla her ne kadar alternatif akımla çok daha fazla ilgileniyor idiyse de, kendi araştırma laboratuarını kurmak için paraya ihtiyacı olduğundan projeyi kabul etti. Bir yıl içinde yeni tasarımı başarıyla tamamladı, ama parasını isteyince Edison sözünden döndü."

"Çüş!" diye bağırdı Stephen Grimes. Sivilceleri neredeyse gözeneklerinden fırlayacaktı. "Yani Thomas Edison'un puştun teki olduğunu mu söylüyorsunuz?"

Laszlo sınıftakilerin gülüşmelerine katılarak, "Tarihe bakarsak, evet demek zorundayım," dedi.

Grimes yağlı eliyle burnunu silerek "Harika!" dedi. "Devam edebilirsiniz."

"Teşekkür ederim, Bay Grimes."

Bay Grimes sınıftaki en görgülü öğrenci değildi, ama iyi bir espri anlayışı ve sınıfın gözünde kahraman yapan bir dokunulmazlık havası vardı. Taşkınlıklarına hoşgörü gösteren tek öğretmen Laszlo olduğu için de, fen derslerinde özellikle cesurdu. Ayrıca Laszlo iki seçeneği olduğunu düşünüyordu: Ya espriye katıl ya da esprinin konusu ol. Birincisini yeğlemişti.

"Edison'dan ayrılan Tesla, birkaç yıl hendek kazıp, yol inşaatlarında amelelik yaptı. Ama neredeyse hiç uyumadığı için icatları üzerinde çalışmayı da sürdürdü. Genellikle kağıda dökmeden önce onları kafasında tümden tasarlıyordu. George Westinghouse 1888'de Tesla'ya alternatif akım konusunda patentleri için 60.000 dolar ödedi. Ülkeye elektrik dağıtımı için kullanıalcak sistemin akım türünü belirlemek için birlikte Thomas Edison'a karşı bir 'Akımlar Savaşı' başlattılar."

Birkaç saniye duralayıp notların alınmasına izin verdi.

"Doğru akım her zaman tek bir yönde akan sürekli bir elektriksel şarjdır. Alternatif akımsa, hem genliği, hem de yönü periyodik olarak değişen dalga şeklinde bir akımdır. Edison'un doğru akımı Tesla'nı alternatif akımından önce ortaya çıkmış olsa da, bir sorunu vardı. Doğru akım uzun mesafelerde aktarıldığında telleri eritiyordu. Dolayısıyla Edison kısa aralıklarla elektrik santralleri kurmak zorunda kalmıştı. Başka bir sorunsa daha alçak ya da üksek bir voltaja kolaylıkla dönüştürülememesiydi, yani değişik voltajlarda çalışan aygıtlar için ayrı elektrik hatları kurmak gerekiyordu."

Empati - Adam FAWER

5 Aralık 2010 Pazar

New York & Londra

New York, dinamik iktisadi aktivitenin, ticaret ruhunun 17. ve 18. yüzyılların Londra'sının muazzam gücünü devralmıştır. New York uluslararası sermayenin merkezi olarak "kapital"in ihtişamını gösteren anıt ve gökdelenlerle kaplıdır. Başka sözlerle New York'un diklemesine olan mimarisi, bir "kudret" ve otoriteyi çağrıştırmaktadır ya da gerçekten bunun bir gösterisidir. New York'un sinemasal imajı da şehrin zaferini sunmaktadır. Mc Arthur'a göre bu sunum, gökdelenlerin ve Le Corbusier'nin sesidir.

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

New York-Yeni Dünya

Labirent, karmaşık, devingen, gergin, karışık halkların ve modern hayat biçiminin sembolü olan New York, tipik Amerikan yaşam stilinin de sembolüdür ve keyif ile yaratıcılığı karakterize eder. New York bir sinema şehri olduğu kadar, müzik ve gösteri sanatları ile endüstrisinin, fotoğraf ve mimarinin, ayrıca uluslararası ticaret, borsa ve bankacılığının da merkezidir. Bu kent, "Yeni Dünya"ya girişin de en büyük kapısıdır.
Ticaret ve paraya dayalı ilişkiler, gündelik alışkanlık ile kültürü ykından ilgilendirir. Zira paraya dayalı ekonomik uygarlık bütün bir toplumsal hayatın biçimlendirilmesinde etkindir. Georg Simmel de 1900 yılında, paranın, sosyal ve kültürel hayatın en büyük tahrip edicisi olduğunu dile getirmişti. Aslında paraya dayalı uygarlık, dünyanın her tarafına asırlardan beri girmiştir. "Bir Zamanlar Amerika", "Baba", "Şeytanın Avukatı", "New York Çeteleri" gibi filmler paranın yol açtığı tahribatı New York üzerinden temsil eden popüler eserlerdir.

4 Aralık 2010 Cumartesi

New York & Babil

Modern çağın Babil'i olarak New York, Sinematogafik sunumun dinamik bir kentidir. Gökdelenlerin bir arketipi sayılabilen "Zigurat" ve Babil imgesi 1910'larda, D.W.Griffith'in anıtsal ve temsili filmlerinde gösterilmişti. Fritz Lang da New York'un mimarisinden etkilenerek "Metropolis" filmini yapmıştı. New York bu özelliğini "Matrix", "Beşinci Element" gibi yeni bilim-kurgusal filmler ile Babil'e göndermelerde "Şeytanın Avukatı" filmlerinde korumuştur. Öte yandan New York'un tahrip olmuş, psiko-nevrotik, damgalanmış tipleri, gettoları ve saldırgan özelliği de sinematografik temsilini bulmuştur. Örneğin "New York'tan Kaçış", "Brooklyn'e Son Çıkış", "Dünyada Bir Gece", "Leon", "Taksi Şoförü" gibi filmler.

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

Amerikan Sineması

Sinema, hareket halinde olan Amerikan toplumuna Bolşeviklere uyduğu gibi uyan bir kitle sanatıydı. Sovyet sinemasında kitlesel hareketler ile makineleşme filmlerin sahnelerini kaplarken, sinema, geniş ve "yeni" bir coğrafyada yer kapmaya çalışan bir göç toplumu ile kentlileşen "yeni dünya"ya adapte olmuştu. Amerikan sinemasındaki sahnelerde özellikle atlar, arabalar, koşuşturmacalar, ilgi çekici aksiyonlar olarak gelmişti seyirciye. Amerikan sineması da gerek kırsal gerekse kentsel alanlarda geçen filmlerinde aksiyona meyilliydi; daha doğrusu, Amerikan sineması hareket halinde olan toplumun bir sunumuydu.

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

Amerika & Sinema & Laiklik

BüyükNew York'un yeniden yapılanması aşağı yukarı sinemayla eşzamanlıdır. Amerika'da ilk film gösterimi 1896 yılında gerçekleştirilmişken, büyük New York projesi 1898 yılında olmuştu. New York, modern hayat tarzının yerleşmeye başladığı bir dönemde süregen bir biçimde gelişti. Edison'un New York'taki sinema gösterilerinden sonra film kültrü Amerikan toplumunda heyecanla karşılanmıştı. Sanayileşme, kentleşme ve nüfusun çoğunluğunun göçmen olduğu bir sırada sinema, Amerikan toplumunu büyülemişti. Üstelik nüfusun önemli bir kısmının henüz İngilizce bilmediği bir toplumda sessiz sinema dönemi, ortak bir kültürel iletişim alanı sağladığı gibi, yeni değerler sistemini de ortaya koydu. Bu değerler sisteminden bir tanesi de laiklikti ve sinema bu yönde Amerikan toplumunun laikleşmesinde yararlı bir rol oynadı.

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

28 Kasım 2010 Pazar

Devrim...

Rusya'da ilk film gösterimi 1896 yılında Avrupai bir kent olan Petersburg'da gerçekleşmiş; Çarlık Rusyası'nın başkenti olan Petersburg da, Bolşevik Devrimi'nden sonra ikinci plana itilerek Moskova başkent yapılmıştı. "Büyük İmparatorluklar"ın düşüşü gibi gösterişli kentler de düşüyordu. Öte yandan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin kuruluşundan 1960'ların sonlarına kadar 1200 yeni kent inşa edilmişti. Sosyalizm zaten endüstriyel ve kentsel bir toplum şeklinde tasavvur edilmişti. Bu amaçla Sovyetler Birliği'nde binlerce tarımsal alan, hızla büyüyen işçi sınıfını yerleştirmek için büyük sanayi merkezleri haline dönüştürülmüştü.

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

Katı Olan Herşey Buharlaşır...

1917 Sosyalist Devrimi, siyasal, ekonomik ve sosyal yaşamdan başka kültürel alanlarda da radikal dönüşümlere yol açarak yeni kültür anlayışlarının yaratılmasını sağladı. Devrim, sinema endüstrisinde yeni film kompozisyonlarının ortaya çıkarılmasında da esin kaynağı olmuştu. Sovyet sineması da genel olarak, sosyalizmin vaat ve "ütopya"larını paylaştı.
Petersburg'un düşmesinden sonra Moskova'nın politik ve sinematografik yönlerden değer kazanması yeni film biçimlerinin doğmasına yol açmıştı. Bu "yeni bir toplum"un ortaya çıkışı  ve kuruluşunu dile getiren filmlerden, "Ekim", "Kameralı Adam", "Petersburg'un Sonu" gibi ideolojik ama deneysel filmlerden görülebilecektir. Marshall Berman, "Katı Olan Herşey Buharlaşıyor" çalışmasında Petersburg ve Moskova'daki sosyal, siyasal ve kültürel dönüşümleri sanat yapıları üzerinden oortaya sererken, Avrupa'ya doğru bir "pencere" açan Petersburg modernleşmesi ile "pencere"yi kapatan Bolşevik Moskova'yı karşı karşıya getirerek -Moskova'nın Marksizmini, yine Marx'ın diyalektiğiyle ters yüz ederek- Gogol, Puşkin, Dostoyevski, Biely gibi Petersburglu yazarların imgeleri üzerinden değerlendirir.

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

Paris'in kendine özgü farklı ve yenilikçi özelliği ile dünyanın farklı siyasal-kültürel anlayışlarını hoşgörüyle barındırabilmesi, 18. yüzyılın sonlarında devrimle sonuçlanan ve 19. yüzyılda ilerleyen fikir hareketlerinin pratik olarak yaşanması, bu kenti "dünyanın başkenti" kılmıştır. 1789 Devrimi ise modern sanat ve edebiyat ile kamuyu politize eden bir itki yaratmıştı. Toplumsal hayatın politikleştirilmesi, genişleyen kamusal iletişim ağını, düşünce özgürlüğü için mücadeleyi de etkilemişti. A.Wajda'nın "Danton" filminin son sahnesinde de, toplumsal hayatın politikleşmesi ve düşünce özgürlüğü için mücadele, bir çocuğun bunu Robespierre'e ezbere bir şekilde deklare etmesiyle gösterilmiştir. Jules Michelet'nin, Fransız Devrimi'nin tarihini yazması gibi, A.Wajda da aynı şeyi kamerasıyla yazmıştır.

26 Kasım 2010 Cuma

hasır şapka: Kervansaray cumbasından Çeşme'ye bakmak

hasır şapka: Kervansaray cumbasından Çeşme'ye bakmak: "Gelelim kısacık Çeşme gezimize...Kısa oldu, çünkü kırk yılda bir görülen 9 günlük bayram tatiline hem aile büyüklerini ziyaret etme, hem de..."

25 Kasım 2010 Perşembe

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

Kökeni, modern endüstriyel kente uzanan Şarlo, sonuçta Don Kişot ile Sanço Pansa karışımı, Aslan Asker Şwayk gibi karşı kahraman, "Gezginci Yahudi" bir "vatansız"dır. Şarlo, Henri Michaux'nun dediği gibi hiçbir yere bağlanamaz. Soupault'nun deyişiyle de, Şarlo daima bir yerlere gitmelidir. O, sinema tarihinin en gezgin karakteridir ve bu özelliği "Sinema Çağı"na denk düşer. Şarlo'nun en önemli özelliği ise, sinemayı sirklerin ve müzikhollerin seviyesinden kurtarıp estetik bir düzeye ulaştırması; ayrıca sinemayı kitlelere olduğu kadar sinemayı küçümseyen "seçkin" kültürel çevrelere de ulaştırmasıdır.

hasır şapka: Ruhlarımızı dinlendirmek

hasır şapka: Ruhlarımızı dinlendirmek: "Bayramın son 2 gününü biraz gezmek,eğlenmek, biraz deniz havası almak ve en önemlisi bolca ruhumuzu dinlendirmek için Çeşme'de geçirdik. (Çe..."

hasır şapka: Şehrin Perdesi Açıldı

hasır şapka: Şehrin Perdesi Açıldı: "Sonbaharda ne mi yapılır? Çalışmak, okula gitmek veya evle ilgilenmek dışında zamanınız kalıyorsa, hele bir de İstanbul'da yaşıyorsunuz yapa..."

24 Kasım 2010 Çarşamba

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

Akadca'da "Babı-ilim" şeklinde kullanılan Babylon, eski Yunanca'dan gelmektedir. Yeni Babil tabletinde, dünyanın merkezi olarak gösterilen kent, Yahudilerin Kutsal kitabına göre, "kötülüğün mesken tuttuğu, hak yolundan sapmış, tanrıtanımaz site türünün en güzel örneği, Tanrı'nın kenti Kudüs'ün karşısında şeytanın barınağıydı. Roma'ya kadar sürecek kalabalık bir zincirin halkasını oluşturan bir kıyamet fahişesiydi." Babil, karışık halk ve dillerin varlığıyla zevk-ü sefa özelliğiyle bir bakıma Paris, New York, Viyana, İstanbul, Beyrut gibi büyük kentlerin ön figürüydü.

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

Kentle birlikte başka bir dünya, başka bir hayat tarzı, ekonomik, politik ve sosyal işlevleriyle doğmaya başladı. Tarihteki ilk kent M.Ö. 4. binyıl içinde Mezopotamya'da Sümerler'de kurulan Ur olmakla birlikte, antik çağ içinde en önemlisi "zevk-ü sefa" kenti Babil'dir. Günümüzün pek çok metropolü de (Paris, New York gibi) yeni Babil olarak ona benzetilir.

Fırat'ın kıyısında kurulan Babil, zamanın en büyük kenti olmakla birlikte, aynı zamanda dünya merkezinin figürü, politik ve dinsel kutuplar ile "dünya"ya açılan yollarıyla Doğu şehirciliğinin sembolüydü. Çevredeki kent devletlerini ele geçiren Hammurabi (M.Ö. 1792-1750) Babil'i başkent yapmıştı. Dünyanın en büyük kenti (o zamanki nüfusu 500.000 olarak tahmin edilmektedir) olan Babil, siyasal öneminin yanısıra bölgenin ticari, idari, edebi ve dini merkeziydi. Asma bahçeleriyle Babil'in efsanevi değeri, Griffith'in "Hoşgörüsüzlük" filminin; bir yanıyla Babilvari sefahatı, bir yanıyla Berlinvari ekonomik-siyasi sefalet ve kargaşa ile zorba bir otoriteyi bir arada dokuyan, diğer yanıla New Yorkvari bir mimari dekorla yapılaştırılmış olan Fritz Lang'ın "Metropolis" filminin ve ayrıca Pieter Brueghel'in "Babil Kulesi" (1563) tablosunun şekillenmesinde simgesel bir kültürel miras olmuştur.

Sine-Masal Kentler / Mehmet ÖZTÜRK

Sinema, ışık çağının gösterisidir. Daha da ötesi, telgraf, uçak, telefon gibi fetiş-objelerle birlikte sinematograf, burjuvazinin zaferi olarak görülmüş; Eyfel Kulesi, Alexander III Köprüsü, Champs-Elysees, 1900 Uluslararası Sergisi gibi yeniliklerle de "Belle Epoque"u(1895-1914 arasındaki "Güzel Çağ") açmıştı. G.Jewwet'ın öne sürdüğü gibi, ortaçağdaki Katolik kilisesinden bu yana sinema kadar yüz milyonlarca insanın hayal gücünü esir eden başka bir toplumsal ve kültürel kurum olmamıştır.

23 Kasım 2010 Salı

Kliniğin Doğuşu / Michel FOUCAULT

Birey, yaşamın kendini gösterdiği en ilksel ve en uç biçim değildir. Kesin araçları belli bir dil kullanımı ve zor bir ölüm anlayışı olan uzun bir uzamlaşma hareketi sonunda birey kendini bilgiye açmıştır. Bergson, canlı bireyselliği düşünmenin olanaklı olduğu koşulları, zamanda ve uzama karşı, içeriden ve dilsiz bir kavramda, ölümsüzlüğe doğru çılgınca bir koşuda ararken, tamamen karşıt yöndedir. Bichat, bir yüzyıl önce, daha sert bir ders veriyordu. Birey üzerine bilimsel söylemi yasaklayan aristotelesçi eski yasa, ölüm dilde kendi kavramının yerini bulunca kalktı: O zaman, uzam farklılaşmış birey biçimlerini bakışa açtı.

21 Kasım 2010 Pazar

Kliniğin Doğuşu / Michel FOUCAULT

1764'te, J.F.Meckel, birçok hastalıklarda(beyin kanaması, mani, verem) beyin içi bozukluklarını incelemek istemişti; beynin hangi hastalıklarda hangi bölümlerinin kuruduğunu, hangilerinin tıkandığını belirlemek için eşit oylumların tartımı ve karşılaştırılması ussal yöntemini kullanmıştı. Modern tıp, bu araştırmalardan hemen hiçbirini tutmadı. Bichot ve özellikle Recamier ve Lallemand ünlü "ucu geniş ve ince yüzeyli çekiç"i kullandıklarında, beyin içi patolojisi, bize "pozitif" biçiminin kapılarını açtı. Yavaş yavaş vurulduğunda, beyin dolu olduğundan, karışıklıklara yol açabilecek sarsıntılar ortaya çıkmaz.

18 Kasım 2010 Perşembe

Ne Okudum: Doç. Dr. Muammer Gül - Ortaçağ Avrupa Tarihi

Ne Okudum: Doç. Dr. Muammer Gül - Ortaçağ Avrupa Tarihi

Orta Çağ Avrupa Tarihi / Doç.Dr.Muammer GÜL

Orta Çağ'da veba ortalığı kırıp geçirirken, cüzamdan deriler zar gibi soyulup dökülürken Avrupa'da insanlar bunun sudan kaynaklandığına inanıyorlardı. Suyun, derinin gözeneklerini açarak vücuda sızdığını, mikroplara yol açtığını zannederlerdi. Bu yanlış inanç yüzünden, insanlar temizlikten korkar hale gelmişti. İçime su girer kaygısıyla, hamama, banyoya gitmez olmuşlar ve temizlenmedikçe de salgın büyümüş, ölümler kitleselleşmişti. Şifa arayacaklarına devayla savaşmışlardı. Banyolar yasaklanmış, hamamlar kapatılmış, pislik yayılmış ve bundan dolayı Veba tamamen yayılmıştı.

15 Kasım 2010 Pazartesi

Orta Çağ Avrupa Tarihi / Doç.Dr.Muammer GÜL

Roma dünyasının yabancılar tarafından istilası bu geniş coğrafyada kültürel standartların da hızla düşmesine sebep olmuştur. Yeni toplulukların bu katılımı özellikle askeri örgütlenmelerde de kendini hissettirmiştir. İlliryalılar, Trakyalılar, Gotlar ve Franklar İtalya ya da Gal milli lejyonlarının yerine konuldular ve sadece bu acemi erlerin katılması sayesinde 4. ve 5. asrın imparatorları tehdit edici felaketi geçici olarak bertaraf edilebildiler. Ordunun dönüşümü o kadar başarılı oldu ki, "barbar" (barbarus) sözcüğü ekseriya asker anlamında kullanılır oldu. Artık pagan sözcüğü bölgesel bir halkı ifade etmek yerine kafirin eş anlamlısına dönüşürken barbar sözcüğü de askerin eş anlamlısı olarak kullanılır oldu.
Barbaros Hayreddin Paşa'nın ön ismi olan Barbaros ismi de bizce bu mana içerisinde düşünülmelidir. Kadim çağın insanlarına göre imparatorluklar uygarlık alemini simgeliyordu. İmparatorlukların görevi dışındaki barbarlara karşı medeni dünyayı korumak ve onları medenileştirmek idi. Kadim insanlara göre barbarlar, bolluk, kültür ve görgüye ortak olmak ve medeni olmak için imparatorlukları istila eden göçebe toplumlardır. Roma da kendisinden olmayan atlı-göçebe toplulukları barbar olarak adlandırmıştır. Bunlar ister Avrupa'nın kuzey ve doğusundan gelen Cermen, Hun, Moğol ve Slavlar olsun isterse Afrika'da mücadele ettikleri Kuzey Afrika yerlileri olan Berberiler olsun. Zaten Berberi ismi de Roma'nın bu insanları bu şekilde isimlendirmesinin bir hatırasıdır. Dolayısı ile Barbaros Hayreddin Paşa'nın da Cezayir bölgesinde ortaya çıkması yani Berberi coğrafyasına ait olması ve adeta Berberilerin Roma'ya kök söktürmesi gibi Haçlı donanmalarına kök söktürmesi Batılıların onu bu isimle adlandırmalarına sebep olmuştur.

14 Kasım 2010 Pazar

Orta Çağ Avrupa Tarihi / Doç.Dr.Muammer GÜL

Roma en eski hali ile İtaliklere dayanan bir toplumdu. Her toplumda olduğu gibi Roma toplumunun da çekirdeğini, en küçük birimini aile meydana getirmekteydi. Roma ailesi, aile reisi olan babanın başkanlığında karısı, çocukları, gelin ve torunlarıyla büyük aile şeklindeydi. Babanın aile üzerinde mutlak bir hakimiyeti vardı. Öyle ki, baba ölmeden erkek evlatlar serbest olup aile reisi olamıyorlardı ve ancak kız çocuklar evlendikten sonra eşlerine tabi olurlardı. Baba ailede bir kral gibidir; karısını veya oğlunu satabilir, baba sağ iken evlatlar servet sahibi olamazlar, reşit olmuş evladını dahi öldürebilirdi. Başka toplumlarda çok rastlanmayan bu durum Roma'da uzun süre devam etmiştir. Aileden sonra toplumda hiçbir hukuka sahip olmayan yanaşmalar ve köleler gelmektedir. Yanaşmalar hukuklarını kaybetmiş ve çeşitli hizmetler yapmayı taahhüt ederek aile reisinin himayesine giren kimselerdi.

Orta Çağ Avrupa Tarihi / Doç.Dr.Muammer GÜL

Asya'nın batıya doğru uzanan yarımadası konumunda olan Avrupa adının menşei tarihin ilk zamanlarına kadar çıkar. Sami dillerinde Açui(Asu) kelimesi Güneşin doğduğu taraf, Ereb(veya İrib) de Güneşin battığı taraf manasına geliyordu. Fenikelilerden reklere geçen bu adlar, onların dilinde Asia, Evrope olmuştur. Ege Denizi'ne göre doğuda kalan Asia, batıda kalana ise Evrope denilmiştir. Ancak Yakın Çağlarda Asya ve Avrupa bugünkü manalarını kazanmıştır.

9 Kasım 2010 Salı

Takunyalı Führer / Ergün POYRAZ - Sayfa 178

Mustafa Sarıgül, her gün gazetelerde boy boy yer alan yer üstü faailyetlerinin yanı sıra yeraltı dünyası ile de ilginç ilişkiler içindeydi.

Kamuoyunda 1.Mit Raporu olarak bilinen ve 1987 yılında basına yansıyarak uzun süre gündemde kalan "Banker Bako" olayı, "Polis İçinde Çekişme ve Yeraltı-Polis-Kamu Görevlileri İlişkileri" isimli istihbarat raporunda adı yer altı dünyası ve mafyayla birlikte anılan şarkıcı Hülya Süer ile bir dönem birlikte yaşamıştı.

Sarıgül, Duygu Asena'yla 1989 yılında yaptığı ve "Hülya Süer ile evlenmeyeceğim" başlıklı söyleşisinde, ilişkisini inkar ederek Süer'in kalbini kırmıştı. Süer de Sarıgül'le dokuz aydır bir ilişkileri olduğunu belirtiyor, ondan evlenme teklifi aldığını açıklıyor ve şöhret dünyasının şanlı klişelerinden biriyle cevap veriyordu:
"Bu beyefendi ile şu anda ilişkim yok. Fakat görüyorum ki, hep gündeme benim ismimle, benim olayımla geliyor."

Mustafa Sarıgül, adı MİT ve TBMM Susurluk Komisyonu raporlarında geçen Ahmet Vefa Küçük ile 7 Eylül 1995 tarihinde ortaklaşa Vefa Petrol ve Turizm İşletmeleri Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi'ni kurmuştu.

Sarıgül'ün ortağı ve Fenerbahçe camiasının yakından tanıdğı Küçük, yeraltı dünyası ile de yakın ilişkiler içindeydi. Küçük'ün kayınpederinin işleriyle ilgili anlaşmazlıklar ve Bağbank'ın batışı sonrasında ortaya çıkan yeni durumlar Küçük ile mafya babası Alaattin Çakıcı'yı karşı karşıya getirmişti.

1985 yılında Vefa Küçük'ün bürosu Çakıcı'nın adamlarınca basılmıştı. Çakıcı o sıralar 1980 öncesinde demir kaçakçılığına adı karışan Suat Sürmen'in haklarının koruyucusuydu. Vefa Küçük, Çakıcı'ya asıl dolandırılanın kendisi olduğunu anlatınca, Çakıcı bu kez Suat Sürmen'e karşı cephe almış, sonunda her iki taraf da parayı verince Çakıcı uzlaşmayı sağlamıştı.

7 Kasım 2010 Pazar

Takunyalı Führer / Ergün POYRAZ

Rize İli'nin adının kökeninin, Farsça dağ eteği, dağ dibi manasına geldiğini söyleyen araştırmacıların yanında, Evliya Çelebi Rize isminin İrizus'tan geldiğini, Yunanca "Pirinç" anlamını taşıdığını belirtiyordu.

Rize'nin ilk adlarından biri Athena'ydı. Rize; Türklerin hakimiyetine geçmeden önce, İranlıların, Romalıların, Bizanslıların ve Gürcülerin egemenliğinde kalıyordu.

1918-1919 yıllarında Gürcüler ve Ermeniler yanlarına Rumları da alarak Türkleri bertaraf etme, Rize ve çevresinde kendilerince bir devlet kurma hayaliyle yine Gürcülerin maddi desteği altında günlük bir gazete yayınlamaya başlıyorlardı.

Bu kirli ittifakı oluşturanlar, yörede yaşayan Türkleri kendi yanlarına çekebilmek, kendi emellerine ortak edebilmek amacıyla Türkçe olarak "İslam Gürcistan"ı adıyla bir gazete yayınlıyorlar, böylece ihanetlerinin tohumlarını daha o günlerde atmaya başlıyorlardı.

Bu çalışmalarında maske olarak İslam dinini kullanıyorlar, dinin ardına sığınarak devletin temellerini oyuyorlar, başta Türklük olmak üzere tüm milli değerlere hakaretler yağdırıyorlardı.

29 Ekim 2010 Cuma

Foucault Sarkacı / Umberto ECO

1880'de, 15. yüzyıl Yahudilerine atfedilen iki mektup yayımlamış olan Revue des Etudes Juives'de (Yahudi Karşıtı) betimlenen planların az çok aynıdır. Arles Yahudileri koğuşturuldukları için, İstanbul Yahudilerinden yardım istiyorlar; onlar da şöyle yanıt veriyorlar: "Musa'ya inanan sevgili kardeşlerimiz, Fransa kralı sizi Hristiyan olmaya zorluyorsa, Hristiyan olun, başka türlü yapamazsınız çünkü, ama Musa'nın yasalarını yüreğinizde saklayın: malınızı mülkünüzü elinizden alıyorlarsa, oğullarınızı tüccar olarak yetiştirin ki, yavaş yavaş onlarda Hristiyanların mallarını mülklerini ellerinden alsınlar. Canınıza kast ediyorlarsa, oğullarınızı hekim, eczacı olarak yetiştirin ki, onlar da Hristiyanların canlarını alsınlar. Havralarınızı yakıp yıkıyorlarsa, oğullarınızı din adamı olarak yetiştirin ki, onlar da Hristiyanların kiliselerini yakıp yıksınlar. Başımıza başka dertler açıyorlarsa, oğullarınızı avukat, noter olarak yetiştirin ki, her devletin içine karışsınlar. Böylece, Hristiyanları boyunduruğunuz altına alacak, Dünya'ya egemen olacak, öcünüzü alabileceksiniz onlardan."